Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı / Robert M. Pirsig

Böyle dağlar ve dağda yolculuk yapanlar ve başlarına gelen olaylar yalnızca Zen literatüründe değil, tüm büyük dinlerin öykülerinde anlatılır. Fiziksel dağın, insanlar ve hedefleri arasında duran tinsel dağlarla alegorik ilintisini kurmak kolay ve doğaldır. Şu vadidekiler gibi, insanlar yaşamları boyunca tinsel dağları gördükleri halde asla bunlara tırmanmazlar, orada bulunmuş olanları dinlemekle yetinip zorluklardan kaçtıkları için hoşnutturlar. Bu dağlara yapılan kimi geziler de, hedefe giden en iyi ve en tehlikesiz yolları bilen deneyimli kılavuzlarla yapılır. Deneyimsiz ve güvensiz olanları ise kendi yollarını kendileri bulmaya kalkarlar. Bunların pek azı başarıya ulaşır, ama bazen kimileri yılmaz bir istencin, şansın ve inayetin sayesinde yolunu bulabilir. Bunlar, yol sayısının tek ya da sabit olmadığını ötekilerden daha iyi fark ederler. Ne kadar çok insan ruhu varsa o kadar da çok yol vardır.

*

Dağa çıkarken olabildiğince en az çabayla ve hevessiz davranmak gerekir. Hızınızı kendi doğanızın gerçeği belirlemeli. Yerinizde duramıyorsanız hızlanın. Soluğunuz kesilirse yavaşlayın. Dağa, yerinde duramamakla bitip tükenmek arasındaki denge durumuna göre tırmanın. İlerileri artık düşünmez olduğunuzda her adım yalnızca sizi sonuca götüren bir araç değil, eşsiz bir olaydır. Bu yaprağın kenarları dişli. Bu kaya sağlam görünmüyor. Daha yakın olmasına karşın, buradan kar daha az görünüyor. Bunlar dikkat etmeniz gereken şeyler. Yalnızca, ilerdeki bir hedef için yaşamak, sığ bir şeydir. Yaşamı dağın tepesi değil, eğimleri ayakta tutar. Her şeyin büyüğü yerdir burası.

Ama elbette, tepe olmadan eğimler de olmaz. Eğimleri tanımlayan tepedir.

*

Dağa hiç ulaşamadı. Üçüncü günden sonra, yorgunluktan bitmiş durumda vazgeçti ve hac yolculuğu onsuz devam etti. Phaedrus fiziksel gücünün olduğunu, ama fiziksel gücün yeterli olmadığını söylüyordu. Entellektüel motivasyonu da vardı, ama bu da yeterli değildi. Kibirli olduğunu sanmıyordu, ama hac gezisine kendi deneyimini artırmak, kendini anlamak için katıldığı kanısındaydı. Dağı ve haccı kendi amaçları için kullanmaya kalkışmıştı. Dağı ya da haccı değil kendini sabit bir varlık olarak görmüştü, bu nedenle hazır değildi. Öteki hacılar, dağa varanlar belki dağın kutsallığını öylesine yoğun duyumsuyorlar ki her adımları bir ibadet eylemi, bu kutsallığa bir boyun eğme oluyor diye düşündü. Dağın onların ruhlarına girmiş kutsallığı onlara kendisinden, kendisinin daha büyük fiziksel gücünden çok daha fazla dayanma gücü vermişti.

*

Eğitimsiz bir göz, dağa egoyu tatmin amacıyla tırmanma ile özgeci tırmanmayı aynı görür. Her iki tırmanıcı da bir ayağını ötekinin önüne atar. İkisi de aynı hızla soluk alıp verir. İkisi de yorulunca durur. İkisi de dinlenince devam eder. Oysa ne büyük fark vardır! Egocu tırmanıcı ayarsız bir alet gibidir. Ayağını ya çok çabuk ya da çok geç atar. Büyük olasılıkla, güneşin ağaçlar arasından geçişinin güzelliğini görmez. Adımlarının kötülüğü yorulduğunu gösterdiğinde durmaz. Yanlış zamanlarda dinlenir. Bir saniye önce bakıp da ileride ne olduğunu öğrendiği halde yukarılara bakıp ileride ne olduğunu görmeye çalışır. Koşulların gerektirdiğinden ya çok daha hızlı ya da çok daha yavaş gider ve konuştuğunda hep başka bir yerden, başka bir şeyden söz eder. Burdadır, ama burada değildir. Burasını reddeder, onunla mutlu değildir, daha yukarılara çıkmak ister, ama oraya vardığında da aynı şekilde mutsuz olur; çünkü orası da”burası”dır. Aradığı istediği şey çevresinde vardır, ama çevresinde olduğu için onu istemez. Her adımı hem fiziksel hem ruhsal bir efordur, çünkü amacının dışta ve uzakta olduğunu düşler.

*

Kasabada yine yalnız insanlar. Süpermarkette, çamaşırhanede ve otelden ayrılırken fark ettim bunu. Redwood ormanlarından geçen bu karavanlar, okyanusu görmeye giden yolda ağaçlara bakan yorgun ve yalnız insanlarla dolu. Yeni gördüğünüz yüzdeki o ilk bakış anında – o derin bakışta- yakalıyorsunuz onu; sonra kayboluyor.

Bu yalnızlığı çok daha fazla görüyoruz şimdi. Öyle bir paradoks ki en büyük yalnızlığa insanların en kalabalık ve sıkışık olduğu; Doğu’nun ve Batı’nın büyük kıyı kentlerinde rastlıyorsunuz. Öte yanda insanların geniş alanlara yayıldığı batı Oregon, Idaho, Montana’da ve Dakota’da yalnızlığın daha çok olacağını sanırsınız ama biz öyle görmedik.

Bunun açıklaması bence şu: İnsanlar arasındaki fiziksel uzaklığın yalnızlıkla bir ilgisi yok. Bu psişik uzaklık; Montana’da ve Idaho’da fiziksel uzaklık büyüktür, ama insanlar arası psişik uzaklık azdır; buradaysa tam terine.

*

Onu asıl öldüren şey Nitelikli görünmeye yönelik küçük, acıklı çabalar. Apartmanlarda, asla var olmayacak bir ateşi içinde barındırmak ve beklemek üzere yapılmış, alçıdan, sahte şömineler. Ya da apartmanların önünde, birkaç metre kare çimeni çevreleyen çitler. Montana’dan sonra birkaç metre kare çimen. Çit ve çimenle uğraşmayı bıraksalar yine neyse. Ama bu durumda, neyi yitirdiklerine dikkat çekmekten başka bir işe yaramıyor bütün bunlar.

Onu evinden alıp götüren caddeler boyunca beton, tuğla ve neonlar arasında hiçbir şey göremez, ama onların içine gömülü bulunan kaba, soluk ruhların sonsuza dek, Niteliğe sahip olduklarını düşünüp kendi kendilerini kandırdıklarını, rüya satan dergiler ve öteki kitle medyasınca pazarlanan ve töz işportacılarınca satılan acayip davranış stillerini, cakaları öğrendiklerini bilir. Onların gece yalnız, parlatılmış ayakkabıları, çorapları ve iç çamaşırları olmaksızın, o kaba kabukların üzerindeki isli pencerelerden bakakalmış hallerini düşünür; davranış stilleri gevşeyip de gerçek içeri sızdığında o kaba kabuklar artlarındakini, orada var olan tek gerçeği açığa vurur;ölesiye ağlar;Tanrım, burada ölü neondan, çimentodan ve tuğladan başka bir şey yok.

*

Robert M. Pirsig / Ayrıntı Yayınları

Çeviren: Süha Sertabiboğlu
Yayın Yılı: 2011
Orjinal Adı: Zen and The Art of Motorcycle Maintenance An Inquiry into Values
Kitap Kağıdı
384 sayfa
13×19,5 cm
Karton Kapak
ISBN:9755390898
Dili: TÜRKÇE